Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
# 1. 18.YY. FELSEFESİ ÖZELLİKLERİ # 2. 18.YY. DÖNEMİ DÜŞÜNÜRLERİ # JOHNE LOCKE ( 1632 – 1704 ) # GEORGE BERKELEY ( 1685 – 1753 ) # DAVİD HUME ( 1711 – 1776 ) # LA METTRİE ( 1709 – 1751 ) # ETİENNE CONDİLLAC ( 1715 – 1780 ) # IMMANUEL KANT ( 1724 – 1804 ) # HEGEL (1770 – 1831) # * Farklı kaynaktan 18 YY Felsefesi # 18. YÜZYIL FELSEFESİ (AYDINLANMA) # 18. Yüzyıl Felsefesinin Genel Özellikleri
17.yy durulma dönemiydi. 18.yy ise yeniden hareketliliğin yaşandığı aydınlanma dönemidir. Bu dönemde insan kendi aklıyla dine ve geleneklere bağlı kalmadan kendi hayatını aydınlatmaya çalışmıştır. Bu anlayış aslında Rönesans’ta başlamıştır. Fakat 17.yy’da duraklamaya uğramış ve bu yüzyılda bu anlayış doruk noktasına ulaşmıştır.
Aydınlanma ile insan, kendi aklı ile düştüğü bu durumdan yine kendi aklı ile kurtulacaktır. Aydınlanma felsefesi metafizik konularla şiddetle savaşır. Bu dönemde akla aşırı bir güven beslenerek, geleneklerden ve dinden kurtulup, insanın kendi kaderini yine kendisinin belirleyeceğine inanılır. Akla beslenen aşırı güvenle devlet, toplum, din ve eğitim yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır.
b) Akla duyulan güven otoritelere karşı savaşımı gerekli kılmıştır.
c) Doğa bilimlerinin yanında insan bilimlerine de önem verilir.
d) Laik bir dünya görüşü benimsenir.
e) Deneye önem verilmiştir. İnsan merkeze alınmıştır.
Locke göre; insanın doğuştan getirdiği bilgiler, idealar yoktur. Bilginin tek kaynağı duyumlarımız (algılarımız) yani deneyimlerimizdir. Bu anlayışı ile İngiltere’de empirizm’in yerleşmesini sağlayacaktır.
Locke göre; insan aklı doğuştan üzerine yazılmayı bekleyen boş bir levhadır. (Tabula Rasa) Akla yazılanlar, yerleşenler hep doğduktan sonra, duyuların sağladığı deneyimlerle gelmiştir. Locke, doğuştan bir takım bilgilerin varlığını reddetmekle beraber doğuştan birtakım yetilerin geldiğini de kabul eder. Ancak fikirlerin (ideler’in) deneyden geldiğini savunmaktadır.
İdeaların başlıca kaynağı olan deneyi 2’ye ayırır:
1- İç Deney (düşünce)
2- Dış Deney (duyumsama)
İnsan ilk duyu izlenimlerini alır almaz, tasarımlara sahip olmaya başlar. Duyuların dıştan getirdiği sade işlenmemiş idealar, aklın işleyeceği malzemelerdir. Akıl ideaların getirilmesiyle çalışmaya başlar.
Siyaset alanında da Locke; demokrasi, liberalizm ve bireyin özgürlüğünü savunur.
Algılamayı 2’ye ayırır:
1- İzlenimler
2- Düşünceler (İdeler / İdealar )
İzlenimler doğrudan doğruya duyularımızın getirdikleridir, duyumsamalarımızdır. (Sevgi, nefret, acı, istek) Düşünceler ise izlenimlerin bilince yerleşen anıları veya kopyalarıdır. Birinci aşama geçilmeden ikinci aşamaya geçilmez. İzlenimler olmadan, akılda ideler oluşmaz. İzlenimlerden bahsederken duyu ve duygulanımları anlar. İdeler ise hatırlama ve hayal gücü unsurlarıdır. Yani ideler, canlı olan izlenimlerin soluklaşmış yansılarıdır. Şu halde insanda bulunan her şeyin temeli sadece deneydir.
Hume “var olma algılanmadır” der. Doğruluk, ancak algılar arasında doğru bağlantıların kurulmasıdır. Bu bağlantılarsa çağrışım yasalarına göre kurulur. Duyumlar bize sadece nitelikleri, durumları ve etkinlikleri gösterir. Bunları ortadan kaldırırsak geriye hiçbir şey kalmaz. Neden-etki bağlantısının kaynağı olabilecek izlenim yoktur. Bir nedensellik bağı olmadığını söyler. Algılayabildiğimiz iki olayın birbirinin ardından geldikleridir. O halde nedensellik algılanamaz, ancak düşünülebilir. Bu fikir bize bir b olayının a olayının ardından geldiğini birçok kere görünce bizde alışkanlık duygusu uyanıp yerleşir. Böylece izlenimden doğan fikri, bir zorunluluğu kavradığımızı sanarak A ve B olayları arasındaki ilgidir sanarız. Subjektif bir bağlantıyı objektifleştiririz. Bu anlayışıyla Hume empirizmi şüpheciliğe vardırır.
Condillac bu düşüncelerini heykel örneğiyle açıklar; Heykelden koku engelini sağlayan unsurlar ortadan kaldırıldığında koku alma özelliği yeniden başlar. Heykelin eline gül verildiğinde gülün kokusuyla ilgili bilgiyi elde edecektir. Aynı şekilde heykelin görme engelini ortadan kaldırdığımızda heykel gülü görecek ve gülün görüntü bilgisini elde edecektir. Gülü kaldırdığımızda duyumlanan kokunun ve görmenin izi kalır. Bu ise hafızadır. İşte duyumların işlenip bilgiye dönüştüğü yer ruhtur. Duyumlar ile biz bu bilgileri elde ederiz.
Kant, yalnız başına deneyin ve aklın bilgi edinmede yetersiz olduğunu söyler. Kendinden önceki rasyonalistleri ve empiristleri (David Hume hariç) eleştirmiştir. Çünkü bilgilerimiz 2 ayrı kaynaktan doğar. Suje ve obje. Suje bilgi edinen, obje ise bilgi edinilendir. Yani obje hammadde, Suje hammaddeyi işleyendir. Öyleyse dış dünya olmasaydı, bilginin hammaddesi olmayacaktı. Akıl olmasaydı dış dünyaya ait tüm algılarımız bilgi halini almayacaktı. Kant’a göre bilgi deneyle başlar. Ama deneyden doğmaz.
Kant’a göre 2 tür bilgi vardır:
1- Deneye Dayalı Bilgi (Aposteriori)
2- Akla Dayalı Bilgi (Apriori)
Apriori bilgi deneme yapılmadan önce orada bulunurlar. Yani doğuştan oradadırlar. Bunlar herkesi aynı hükme vardıran, herkeste aynı cümleyi söyleten ilkelerdir. Bunlar insanların tümü için geçerli bilgidir. Bu bilgilerle önermeler kurulur. Bunlara Kategori denir. 12 Kategori vardır. Bunlar zorunludur, şahıslara göre değişmezler yani sabittirler. Onun için insanlar ancak 12 türlü önerme kurabilirler. İçleri boş olan bu kategoriler, ancak duyu organlarımızla getirmiş olduğumuz birtakım verilerle dolarlar. Duyu organlarından gelen verilerin kendileri de herkeste ortaktır. Bunlar zaman ve mekân kategorileridir. Biz her şeyi bu kategoriler içinde algılarız. Bütün insanlarda bulundukları için sağladıkları bilgide kesin ve zorunludur.
Aposteriori bilgi ise deneyle mümkün olabilen, gözlemlerle düzeltilebilen bilgidir.
Kant’a göre 2 türlü yasa vardır. Biri doğa yasaları diğeri de ahlak yasaları. Doğa yasaları zorunluluğu, ahlak yasaları ise gerekliliği ifade eder. Ahlak yasaları apriori olarak, birey tarafından konur. Deneyle elde edilemez. Birey pratik aklın koyduğu bu yasaları onaylar ve özgürce onlara uyar. Kant’a göre ahlakın herkes için geçerli olması gerekir. Bunun için ahlak deney öncesi (apriori) temeller üzerine kurulmalıdır ve ahlaki yargılar koşulsuz olmalıdır. Kant’a göre öyle hareket edilmeli ki yapılan yasa niteliği taşımalı. Hiçbir çıkar gözetilmemelidir. Kant buna “Ödev Ahlaki” der. Ödev ahlaki bireyin hiçbir koşula bağlanmadan sadece iyiyi istemesidir. Kişi ahlaki eylemlerinde bulunurken hiçbir çıkar gözetmeksizin sırf iyi veya kötü olduğuna inandığı için yapıyor ve yapmıyorsa yaptığı eylem ahlakidir. Çıkar gözeterek yapıyorsa eylem ahlaki değildir.
Ona göre doğal dünya tamamen zihnin eseridir. Fakat biz insan zihinlerinin eseri değildir. Bilgimizin nesneleri bizim zihinlerimiz tarafından yaratılmamıştır. Bütün her şey, mutlak öznenin veya mutlak zihnin ürünüdür. Hegel bu mutlak zihine GEİST adını verir. Mutlak zihin kendini doğada ve insan aklında ifade eder. Düşünce ile varlık, mantık ile metafizik bir ve gerçekliğin iki farklı yüzüdür. Hegel’e göre mutlak zihin diyalektik adını verdiği 3’lü adımdan oluşan hareketlerle değişir ve gelişir. Her şey mutlak zihnin 3 adım (Tez - Antitez - Sentez) şeklinde olan diyalektik hareketlerinden oluşur.
1- Tez: Diyalektiğin birinci aşamasında mutlak zihin kendisindedir. Kendini bilmesi, tanıması için, Geistin kendisine bir gerçeklik kazandırması gerekir.
2- Antitez: Geist kendini tanıma ve bilme amacıyla ilk kendini doğada gerçekleştirir. Doğa; farklılaşmış halde bulunan Geist’in tek tek varlıklar haline gelerek kendi dışında bir varlık haline dönüşmesidir. Mutlak zihin doğada kendisine yabancılaşmış, kendisiyle çelişik duruma düşmüştür.
3- Sentez: Geistin düştüğü bu çelişki kültür dünyasında ortadan kalkar. Bununla Geist yeniden kendini bulur, kendine döner, ancak bu kez bilincine tam olarak varmış, özgürlüğe kavuşmuş durumdadır.
Mutlak zihin başlangıçta kendinde varlıktı. Amaç gerçek değildi, gerçekleşmemişti. Güçleri ortaya çıkmamıştı. Sonra doğada objektif zihin haline geldi. İnsan dünyasında kendini buldu. Artık kendisini gerçekleştirmiştir. Kendisi için varlık olmuştur.
Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürler., düşünce ve ifade özgürlüğü, dini eleştiri, akıl ve bilimin değerine duyulan inanç, sosyal ilerlemeyle bireyciliğe önem verme başta olmak üzere, bir dizi ilerici fikrin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. öyle ki söz konusu temel ve laik fikirlerin modern toplumların ortaya çıkışında büyük bir rolü olmuştur.
Genel olarak değerlendirildiğinde, Aydınlanmayı belirleyen birtakım tavır ya da eğilimden söz edilebilir. Bunlar sırasıyla hümanizm, deizm veya ateizm, akılcılık, ilerlemecilik, iyimserlik ve evrenselciliktir. Bunlardan hümanizm, Aydınlanmada, her şeyden önce dünyanın, sınırları doğa tarafından değil de, ulusal sınırlar tarafından çizilen, insan! bir dünya olduğu, anlamına gelir. Dünya Tanrı tarafından yaratılmıştır, fakat o artık insanların elindedir. Buna göre, dünya, insanın değerleri, tutkuları, umut ve korkularıyla belirlenen insani bir evrede bulunmaktadır. Bu evrede, insanın evrensel olan doğasına büyük bir inanç beslenmiştir. Temel duyguların, fikirlerin her yerde aynı olup, ulusal, kültürel ve ırk bakımından olan farklı*lıkların yapay olduğu savunulur. Aydınlanma boyunca, bir yandan farklılıklara hoşgörüyle bakılırken, bir yandan da insanın doğası ve gerçek anlamı gün ışığına çıkartılmaya çalışılır. ‘İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözü, Aydınlanmanın en önde gelen sloganlarından biridir.
Aydınlanmada hümanizmi tamamlayan tavır ise ateizm veya deizmdir. Başka bir deyişle, Aydınlanmanın hemen tüm düşünürleri çoğunluk ateist ya da deist idiler. Hıristiyanlıktan nefret eden bu düşünürler, batıl inançlarla, bağnazlık ve dini insanlığın ilerlemesi önündeki en büyük engel olarak görmüşlerdir. İnanç ve dine karşı çıkarken akıl ve bilime sarılan Aydınlanma düşüncesi, Tanrı’nın evrene müdahalesine kesinlikle karşı çıkmış ve bilimin gerektirdiği kendi içinde kapalı ve düzenli bir sistem olarak evren görüşünü benimserken, Tanrı’yı en iyi durumda bir seyirci durumuna indirgemiştir.
Akılcılık ise, Aydınlanmada insanın rasyonelliğine, doğuştan getirdiği aklına inançla belirlenir. Buna göre, akıl insana matemati*ğin en soyut, en karmaşık doğrularını anlama ve öğrendiği bu doğruları evrene uygulama olanağı vermiştir. Aklı yine insana, iyi planlanmış gözlem ve deneylere dayanarak, doğayla ilgili sorular sorup yanıtlama imkanı sağlamıştır. Bununla birlikte, akla ve insanın rasyonelliğine duyulan inanç, doğa bilimleri ve matematik alanındaki başarılarla sınırlanmış değildir. Bu çerçeve içinde, bütün bir toplumun, insan doğasına ve hümanizmin değerlerine göre, aklın ışığında yeniden düzenlenmesi gerektiği inancı, Aydınlanmanın en önemli inançlarından bir başkasıdır. Bu dönemde din bile, aklın süzgecinden geçirilir ve dinin kendisinden çok, akıl yoluyla temellendirilemeyen batıl inançlara saldırılır.
Aydınlanmanın akılcılığını tamamlayan şey, sınırsız iyimserlik olmuştur. Bu iyimserliğin temelinde ise, evrenin tüm yönleri ve her ayrıntısıyla rasyonel olduğu inancı bulunmaktadır. Fiziki evren rasyonel olduğuna göre, onda bir düzen vardır ve bu düzeni belirleyen şey de, belli sayıdaki rasyonel ilkelerdir. İnsan varlığı akıllı bir varlık olduğundan, ya da insan zihninin kendisi de rasyonel olduğundan, o bu ilkeleri keşfetme ve evrendeki düzeni anlayabilme kapasitesine sahip bir varlıktır. Öte yandan, insan iradesini belirleyen öğe de akıl olduğu için, insan evrenin yapısına ve düzenine ilişkin bilgisine dayanarak eylemek durumundadır. Bundan dolayı, insan varlığı yalnızca kendisini değil, içinde yaşadığı toplumsal düzeni de geliştirip yetkinleştirebilir.
Bu bağlamda, Aydınlanmaya damgasını vuran bir diğer özellik, insan doğasının evrenselliğine duyulan inançtan başka bir şey değildir. Buna göre, herkes aynı akla sahip olduğundan, herkes aynı rasyonelliği sergilediğinden, uygun bir eğitim sürecinden geçmiş olan herkes aynı doğru sonuçlara ulaşmak durumundadır.
Aydınlanmanın sonuncu ve en belirleyici yönü, ilerlemeciliktir. Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürlere göre, Avrupa, bütün bir Ortaçağ boyunca süren bir batıl itikatlar ve bağnazlık dönemini geride bırakmıştır. Bu bağnazlığın yıkılışında, din karşısında kesin bir zafer kazanan bilimin etkisi büyük olmuştur. Modern bilim, evrenin tüm farklı görünüşlere rağmen, temelde çok büyük, fakat oldukça basit ve düzenli bir mekanizma olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu düzenli evrenin bir parçası olan insanın olup, insanla içinde yaşadığı toplum bu bilgi ışığında sonsuzca geliştirebilir. İnsanın refahı açısından büyük bir ilerleme kaydedilmiş olduğuna göre sınırsız ve sürekli bir ilerlemeyi engelleyecek hiçbir şey yoktur.
1. Akla duyulan güven nedeniyle sadece dinsel değil, siyasi otporitelerede başkaldırılmıştır.
2. Laik bir dünya düzeni benimsenmiştir.
3. Düşünce özgürlüğü ve hoşgörü fikri ortaya çıkmıştır.
4. Sistemci felsefelerin yerini ; dil, kültür, toplum, sosyal düzen konusundaki düşünceler almıştır.
5. Filozofun yerini aydın, düşünür, yazar almıştır.
Döneme Damga Vuran İsimler: Locke, Berkeley, Hume, La Mettrie, Kant, Fichte, Schelling, Rousseau, Voltaire, Montesquieu, A. Smith, Condorcet, Hegel.
Tarih: 2016-03-02 01:56:17 Kategori: Sözlük
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
18. Yüzyıl Felsefesi Nedir
Bu Yazıda Neler Var:
Aydınlanma ile insan, kendi aklı ile düştüğü bu durumdan yine kendi aklı ile kurtulacaktır. Aydınlanma felsefesi metafizik konularla şiddetle savaşır. Bu dönemde akla aşırı bir güven beslenerek, geleneklerden ve dinden kurtulup, insanın kendi kaderini yine kendisinin belirleyeceğine inanılır. Akla beslenen aşırı güvenle devlet, toplum, din ve eğitim yeniden düzenlenmeye çalışılmıştır.
1. 18.YY. FELSEFESİ ÖZELLİKLERİ
a) Akla aşırı bir güven duyulur. Bu nedenle tüm kurumlar aklın eleştirisinden geçirilir.b) Akla duyulan güven otoritelere karşı savaşımı gerekli kılmıştır.
c) Doğa bilimlerinin yanında insan bilimlerine de önem verilir.
d) Laik bir dünya görüşü benimsenir.
e) Deneye önem verilmiştir. İnsan merkeze alınmıştır.
2. 18.YY. DÖNEMİ DÜŞÜNÜRLERİ
JOHNE LOCKE ( 1632 – 1704 )
Locke göre; insanın doğuştan getirdiği bilgiler, idealar yoktur. Bilginin tek kaynağı duyumlarımız (algılarımız) yani deneyimlerimizdir. Bu anlayışı ile İngiltere’de empirizm’in yerleşmesini sağlayacaktır.
Locke göre; insan aklı doğuştan üzerine yazılmayı bekleyen boş bir levhadır. (Tabula Rasa) Akla yazılanlar, yerleşenler hep doğduktan sonra, duyuların sağladığı deneyimlerle gelmiştir. Locke, doğuştan bir takım bilgilerin varlığını reddetmekle beraber doğuştan birtakım yetilerin geldiğini de kabul eder. Ancak fikirlerin (ideler’in) deneyden geldiğini savunmaktadır.
İdeaların başlıca kaynağı olan deneyi 2’ye ayırır:
1- İç Deney (düşünce)
2- Dış Deney (duyumsama)
İnsan ilk duyu izlenimlerini alır almaz, tasarımlara sahip olmaya başlar. Duyuların dıştan getirdiği sade işlenmemiş idealar, aklın işleyeceği malzemelerdir. Akıl ideaların getirilmesiyle çalışmaya başlar.
Siyaset alanında da Locke; demokrasi, liberalizm ve bireyin özgürlüğünü savunur.
GEORGE BERKELEY ( 1685 – 1753 )
Berkeley Locke’un düşüncelerini daha da ileriye götürmek istemiştir. Berkeley’e göre bilincimizin dışında bağımsız bir varlığı kabul etmek bir çelişkidir. Çünkü kabul edildiği takdirde objelerin tasarlanmadan, düşünülmeden de var olduklarını ileri sürmek demektir. Dışarıdaki objelerin var oluşunu ne kadar uğraşırsak uğraşalım, incelediğimiz hep kendi idelerimizdir. Bundan dolayı varlık algılamadır. Gerçek olan algılardır. Algılanan şey var olan şeydir. Dış dünyada var diye saydığımız şeyler tasarımların ürünüdür. Varlık duyumsanandan, algılanandan başka bir şey değildir.DAVİD HUME ( 1711 – 1776 )
Locke ve Berkeley gibi Hume’de bilginin deneyimden kaynaklandığını ve duyularla algılama sonucunda elde edildiğini savunur.Algılamayı 2’ye ayırır:
1- İzlenimler
2- Düşünceler (İdeler / İdealar )
İzlenimler doğrudan doğruya duyularımızın getirdikleridir, duyumsamalarımızdır. (Sevgi, nefret, acı, istek) Düşünceler ise izlenimlerin bilince yerleşen anıları veya kopyalarıdır. Birinci aşama geçilmeden ikinci aşamaya geçilmez. İzlenimler olmadan, akılda ideler oluşmaz. İzlenimlerden bahsederken duyu ve duygulanımları anlar. İdeler ise hatırlama ve hayal gücü unsurlarıdır. Yani ideler, canlı olan izlenimlerin soluklaşmış yansılarıdır. Şu halde insanda bulunan her şeyin temeli sadece deneydir.
Hume “var olma algılanmadır” der. Doğruluk, ancak algılar arasında doğru bağlantıların kurulmasıdır. Bu bağlantılarsa çağrışım yasalarına göre kurulur. Duyumlar bize sadece nitelikleri, durumları ve etkinlikleri gösterir. Bunları ortadan kaldırırsak geriye hiçbir şey kalmaz. Neden-etki bağlantısının kaynağı olabilecek izlenim yoktur. Bir nedensellik bağı olmadığını söyler. Algılayabildiğimiz iki olayın birbirinin ardından geldikleridir. O halde nedensellik algılanamaz, ancak düşünülebilir. Bu fikir bize bir b olayının a olayının ardından geldiğini birçok kere görünce bizde alışkanlık duygusu uyanıp yerleşir. Böylece izlenimden doğan fikri, bir zorunluluğu kavradığımızı sanarak A ve B olayları arasındaki ilgidir sanarız. Subjektif bir bağlantıyı objektifleştiririz. Bu anlayışıyla Hume empirizmi şüpheciliğe vardırır.
LA METTRİE ( 1709 – 1751 )
18.yy Fransız materyalizmin kurucusudur. Descartes’in mekanist doğa felsefesini benimser. Descartes’in hayvanları otomat saymasını doğru bulur ve onun bu anlayışını insanlara da uygular. İnsan ve hayvan arasında derece farkının olduğunu ileri sürer. Ona göre Ruh da bulunan her şey, bir şekilde bedenden geçmiştir. Duyular bize canlı hareket halindeki maddeyi bildirir. Duyan, düşünen ruh da maddenin bir parçasıdır. Ruh bedenin fonksiyonudur ve bu görevin organı da beyindir. İnsanın düşünebilmesi, onu hayvanlar arasında üstün kılmıştır.ETİENNE CONDİLLAC ( 1715 – 1780 )
Condillac’a göre; fikirlerimizin tek kaynağı duyumlardır. (Bu yönüyle Sensualisttir – Duyumcudur) Madde duyumsayamaz, düşünemez. Madde bölünebilen ve yer kaplayan bir şeydir. Ruhunsa, bir birliği vardır. Duyumsayabilmek ve düşünebilmek için bu birlik şarttır. Duyumların işlenebileceği cevher ruhtur, madde değildir.Condillac bu düşüncelerini heykel örneğiyle açıklar; Heykelden koku engelini sağlayan unsurlar ortadan kaldırıldığında koku alma özelliği yeniden başlar. Heykelin eline gül verildiğinde gülün kokusuyla ilgili bilgiyi elde edecektir. Aynı şekilde heykelin görme engelini ortadan kaldırdığımızda heykel gülü görecek ve gülün görüntü bilgisini elde edecektir. Gülü kaldırdığımızda duyumlanan kokunun ve görmenin izi kalır. Bu ise hafızadır. İşte duyumların işlenip bilgiye dönüştüğü yer ruhtur. Duyumlar ile biz bu bilgileri elde ederiz.
IMMANUEL KANT ( 1724 – 1804 )
Kant’ın felsefesi 2’ye ayrılır: kritik öncesi ve kritik sonrası. Kritik öncesi Leibniz – Wolf felsefesi içinde düşünmektedir. Doğa bilimleri ve metafizik sorunlar üzerinde durmuştur. Daha sonradan Leibniz ve Wolf’un etkisinden kurtularak kendi felsefesini kurmuştur. Felsefesine bilgi konusunun incelenmesi ve eleştirilmesiyle başlar. Bu nedenle Kant’ın felsefesine eleştirici (kritik felsefe – kritisizm ) felsefe denir.Kant, yalnız başına deneyin ve aklın bilgi edinmede yetersiz olduğunu söyler. Kendinden önceki rasyonalistleri ve empiristleri (David Hume hariç) eleştirmiştir. Çünkü bilgilerimiz 2 ayrı kaynaktan doğar. Suje ve obje. Suje bilgi edinen, obje ise bilgi edinilendir. Yani obje hammadde, Suje hammaddeyi işleyendir. Öyleyse dış dünya olmasaydı, bilginin hammaddesi olmayacaktı. Akıl olmasaydı dış dünyaya ait tüm algılarımız bilgi halini almayacaktı. Kant’a göre bilgi deneyle başlar. Ama deneyden doğmaz.
Kant’a göre 2 tür bilgi vardır:
1- Deneye Dayalı Bilgi (Aposteriori)
2- Akla Dayalı Bilgi (Apriori)
Apriori bilgi deneme yapılmadan önce orada bulunurlar. Yani doğuştan oradadırlar. Bunlar herkesi aynı hükme vardıran, herkeste aynı cümleyi söyleten ilkelerdir. Bunlar insanların tümü için geçerli bilgidir. Bu bilgilerle önermeler kurulur. Bunlara Kategori denir. 12 Kategori vardır. Bunlar zorunludur, şahıslara göre değişmezler yani sabittirler. Onun için insanlar ancak 12 türlü önerme kurabilirler. İçleri boş olan bu kategoriler, ancak duyu organlarımızla getirmiş olduğumuz birtakım verilerle dolarlar. Duyu organlarından gelen verilerin kendileri de herkeste ortaktır. Bunlar zaman ve mekân kategorileridir. Biz her şeyi bu kategoriler içinde algılarız. Bütün insanlarda bulundukları için sağladıkları bilgide kesin ve zorunludur.
Aposteriori bilgi ise deneyle mümkün olabilen, gözlemlerle düzeltilebilen bilgidir.
Kant’a göre 2 türlü yasa vardır. Biri doğa yasaları diğeri de ahlak yasaları. Doğa yasaları zorunluluğu, ahlak yasaları ise gerekliliği ifade eder. Ahlak yasaları apriori olarak, birey tarafından konur. Deneyle elde edilemez. Birey pratik aklın koyduğu bu yasaları onaylar ve özgürce onlara uyar. Kant’a göre ahlakın herkes için geçerli olması gerekir. Bunun için ahlak deney öncesi (apriori) temeller üzerine kurulmalıdır ve ahlaki yargılar koşulsuz olmalıdır. Kant’a göre öyle hareket edilmeli ki yapılan yasa niteliği taşımalı. Hiçbir çıkar gözetilmemelidir. Kant buna “Ödev Ahlaki” der. Ödev ahlaki bireyin hiçbir koşula bağlanmadan sadece iyiyi istemesidir. Kişi ahlaki eylemlerinde bulunurken hiçbir çıkar gözetmeksizin sırf iyi veya kötü olduğuna inandığı için yapıyor ve yapmıyorsa yaptığı eylem ahlakidir. Çıkar gözeterek yapıyorsa eylem ahlaki değildir.
HEGEL (1770 – 1831)
Kant metafiziğin olanaksız olduğunu söyler. Çünkü Kant’a göre insan bilgisi fenomenlerle sınırlıdır, gerçekliğin bizzat kendisini bilemez. Hegel ise rasyonel olanın gerçek, gerçek olanında rasyonel olduğunu söyleyerek, her şeyin bilinebilir olduğunu savunmuştur. Onda aklın yasalarıyla varlığın yasaları bir ve aynıdır. Bilginin formları kadar içeriklerinin de zihnin bir ürünü olduğunu savunur. Bilginin tüm öğeleri zihnin eseridir.Ona göre doğal dünya tamamen zihnin eseridir. Fakat biz insan zihinlerinin eseri değildir. Bilgimizin nesneleri bizim zihinlerimiz tarafından yaratılmamıştır. Bütün her şey, mutlak öznenin veya mutlak zihnin ürünüdür. Hegel bu mutlak zihine GEİST adını verir. Mutlak zihin kendini doğada ve insan aklında ifade eder. Düşünce ile varlık, mantık ile metafizik bir ve gerçekliğin iki farklı yüzüdür. Hegel’e göre mutlak zihin diyalektik adını verdiği 3’lü adımdan oluşan hareketlerle değişir ve gelişir. Her şey mutlak zihnin 3 adım (Tez - Antitez - Sentez) şeklinde olan diyalektik hareketlerinden oluşur.
1- Tez: Diyalektiğin birinci aşamasında mutlak zihin kendisindedir. Kendini bilmesi, tanıması için, Geistin kendisine bir gerçeklik kazandırması gerekir.
2- Antitez: Geist kendini tanıma ve bilme amacıyla ilk kendini doğada gerçekleştirir. Doğa; farklılaşmış halde bulunan Geist’in tek tek varlıklar haline gelerek kendi dışında bir varlık haline dönüşmesidir. Mutlak zihin doğada kendisine yabancılaşmış, kendisiyle çelişik duruma düşmüştür.
3- Sentez: Geistin düştüğü bu çelişki kültür dünyasında ortadan kalkar. Bununla Geist yeniden kendini bulur, kendine döner, ancak bu kez bilincine tam olarak varmış, özgürlüğe kavuşmuş durumdadır.
Mutlak zihin başlangıçta kendinde varlıktı. Amaç gerçek değildi, gerçekleşmemişti. Güçleri ortaya çıkmamıştı. Sonra doğada objektif zihin haline geldi. İnsan dünyasında kendini buldu. Artık kendisini gerçekleştirmiştir. Kendisi için varlık olmuştur.
* Farklı kaynaktan 18 YY Felsefesi
18. YÜZYIL FELSEFESİ (AYDINLANMA)
Avrupa’da 17. yüzyılın ikinci yarısıyla, 19. yüzyılın ilk çeyreğini kapsayan ve önde gelen birtakım filozofların aklı insan yaşamındaki mutlak yönetici ve yol gösterici yapma ve insan zihniyle bireyin bilincini, bilginin ışığıyla aydınlatma yönündeki çabalarıyla seçkinleşen kültürel dönem, bilimsel keşif ve felsefi eleştiri çağı, felsefi ve toplumsal hareket.Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürler., düşünce ve ifade özgürlüğü, dini eleştiri, akıl ve bilimin değerine duyulan inanç, sosyal ilerlemeyle bireyciliğe önem verme başta olmak üzere, bir dizi ilerici fikrin gelişimine katkıda bulunmuşlardır. öyle ki söz konusu temel ve laik fikirlerin modern toplumların ortaya çıkışında büyük bir rolü olmuştur.
Genel olarak değerlendirildiğinde, Aydınlanmayı belirleyen birtakım tavır ya da eğilimden söz edilebilir. Bunlar sırasıyla hümanizm, deizm veya ateizm, akılcılık, ilerlemecilik, iyimserlik ve evrenselciliktir. Bunlardan hümanizm, Aydınlanmada, her şeyden önce dünyanın, sınırları doğa tarafından değil de, ulusal sınırlar tarafından çizilen, insan! bir dünya olduğu, anlamına gelir. Dünya Tanrı tarafından yaratılmıştır, fakat o artık insanların elindedir. Buna göre, dünya, insanın değerleri, tutkuları, umut ve korkularıyla belirlenen insani bir evrede bulunmaktadır. Bu evrede, insanın evrensel olan doğasına büyük bir inanç beslenmiştir. Temel duyguların, fikirlerin her yerde aynı olup, ulusal, kültürel ve ırk bakımından olan farklı*lıkların yapay olduğu savunulur. Aydınlanma boyunca, bir yandan farklılıklara hoşgörüyle bakılırken, bir yandan da insanın doğası ve gerçek anlamı gün ışığına çıkartılmaya çalışılır. ‘İnsani olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözü, Aydınlanmanın en önde gelen sloganlarından biridir.
Aydınlanmada hümanizmi tamamlayan tavır ise ateizm veya deizmdir. Başka bir deyişle, Aydınlanmanın hemen tüm düşünürleri çoğunluk ateist ya da deist idiler. Hıristiyanlıktan nefret eden bu düşünürler, batıl inançlarla, bağnazlık ve dini insanlığın ilerlemesi önündeki en büyük engel olarak görmüşlerdir. İnanç ve dine karşı çıkarken akıl ve bilime sarılan Aydınlanma düşüncesi, Tanrı’nın evrene müdahalesine kesinlikle karşı çıkmış ve bilimin gerektirdiği kendi içinde kapalı ve düzenli bir sistem olarak evren görüşünü benimserken, Tanrı’yı en iyi durumda bir seyirci durumuna indirgemiştir.
Akılcılık ise, Aydınlanmada insanın rasyonelliğine, doğuştan getirdiği aklına inançla belirlenir. Buna göre, akıl insana matemati*ğin en soyut, en karmaşık doğrularını anlama ve öğrendiği bu doğruları evrene uygulama olanağı vermiştir. Aklı yine insana, iyi planlanmış gözlem ve deneylere dayanarak, doğayla ilgili sorular sorup yanıtlama imkanı sağlamıştır. Bununla birlikte, akla ve insanın rasyonelliğine duyulan inanç, doğa bilimleri ve matematik alanındaki başarılarla sınırlanmış değildir. Bu çerçeve içinde, bütün bir toplumun, insan doğasına ve hümanizmin değerlerine göre, aklın ışığında yeniden düzenlenmesi gerektiği inancı, Aydınlanmanın en önemli inançlarından bir başkasıdır. Bu dönemde din bile, aklın süzgecinden geçirilir ve dinin kendisinden çok, akıl yoluyla temellendirilemeyen batıl inançlara saldırılır.
Aydınlanmanın akılcılığını tamamlayan şey, sınırsız iyimserlik olmuştur. Bu iyimserliğin temelinde ise, evrenin tüm yönleri ve her ayrıntısıyla rasyonel olduğu inancı bulunmaktadır. Fiziki evren rasyonel olduğuna göre, onda bir düzen vardır ve bu düzeni belirleyen şey de, belli sayıdaki rasyonel ilkelerdir. İnsan varlığı akıllı bir varlık olduğundan, ya da insan zihninin kendisi de rasyonel olduğundan, o bu ilkeleri keşfetme ve evrendeki düzeni anlayabilme kapasitesine sahip bir varlıktır. Öte yandan, insan iradesini belirleyen öğe de akıl olduğu için, insan evrenin yapısına ve düzenine ilişkin bilgisine dayanarak eylemek durumundadır. Bundan dolayı, insan varlığı yalnızca kendisini değil, içinde yaşadığı toplumsal düzeni de geliştirip yetkinleştirebilir.
Bu bağlamda, Aydınlanmaya damgasını vuran bir diğer özellik, insan doğasının evrenselliğine duyulan inançtan başka bir şey değildir. Buna göre, herkes aynı akla sahip olduğundan, herkes aynı rasyonelliği sergilediğinden, uygun bir eğitim sürecinden geçmiş olan herkes aynı doğru sonuçlara ulaşmak durumundadır.
Aydınlanmanın sonuncu ve en belirleyici yönü, ilerlemeciliktir. Aydınlanma hareketi içinde yer alan düşünürlere göre, Avrupa, bütün bir Ortaçağ boyunca süren bir batıl itikatlar ve bağnazlık dönemini geride bırakmıştır. Bu bağnazlığın yıkılışında, din karşısında kesin bir zafer kazanan bilimin etkisi büyük olmuştur. Modern bilim, evrenin tüm farklı görünüşlere rağmen, temelde çok büyük, fakat oldukça basit ve düzenli bir mekanizma olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu düzenli evrenin bir parçası olan insanın olup, insanla içinde yaşadığı toplum bu bilgi ışığında sonsuzca geliştirebilir. İnsanın refahı açısından büyük bir ilerleme kaydedilmiş olduğuna göre sınırsız ve sürekli bir ilerlemeyi engelleyecek hiçbir şey yoktur.
18. Yüzyıl Felsefesinin Genel Özellikleri
1. Akla duyulan güven nedeniyle sadece dinsel değil, siyasi otporitelerede başkaldırılmıştır.
2. Laik bir dünya düzeni benimsenmiştir.
3. Düşünce özgürlüğü ve hoşgörü fikri ortaya çıkmıştır.
4. Sistemci felsefelerin yerini ; dil, kültür, toplum, sosyal düzen konusundaki düşünceler almıştır.
5. Filozofun yerini aydın, düşünür, yazar almıştır.
Döneme Damga Vuran İsimler: Locke, Berkeley, Hume, La Mettrie, Kant, Fichte, Schelling, Rousseau, Voltaire, Montesquieu, A. Smith, Condorcet, Hegel.
Tarih: 2016-03-02 01:56:17 Kategori: Sözlük
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx